14 Şubat 2011 Pazartesi

İlk Blog Yazım ve Delinho

Futbol aşkım ilkokulda komşunun evinde izlediğimiz Galatasaray-Fener maçıyla başladı. Abimin de G.Saray'lı olması münasebetiyle G.Saray'ı tutmaya başladım. Baktım ki o ara Trabzon'la sürekli maç yapıyor ve hep yeniliyorlar. Dayanamadım, takım değiştirmeye karar verdim. O zaman da ligde birinci Beşiktaş'tı(100.yıldan önceki son şampiyonluk senesi). Seçmişken en iyisini seçeyim dedim ve aşkımı ilan ettim. O aşk çok masum bir aşktı. Taktikten falan anlamazdım. Atılan her gole sevinir, alınan her oyuncuyu Roberto Baggio bilirdim. Zaman ilerledi Ümit Bozkurt-Erman Güraçar devrine geldik. Tarnat'ın korner atışlarında Bierhoff'un kafa vuruşlarından korkar gözlerimi kapatırdım. Ama hala taktikten anlamaz Erman-Ümit tandeminin 1.75 civarındaki boy ortalamasından dolayı yönetimi ve teknik heyeti suçlamazdım. Murat Alaçayır ve Bayram Bektaş transferini coşkuyla kutlar Dünya'nın en büyük tranferleri olarak görürdüm Ta ki CM2001 le birlikte Teknik Drektörlük tecrübesi yaşayana kadar.  Artık Trt'de spikerin yanında konuşan yaşlı adamın sesine kulak verir oldum. Pivot santrfor, bloklar arası mesafe v.s. Sonra Lig Tvde Rıdvan Dilmen'in gol olur repliğinin doğruluk payı referansıyla yaptığı yorumları dinledim. Ve artık ben de kendimce bir futbol bilgini olmuştum!. Bundan sonra sahaya çıkan Beşiktaş'ımın dizilişine ve oyuncu kadrosuna kafayı takar oldum. Yeri geldi A.Yıldırım'ı ön libero oynatan Bosque'ye, yeri geldi Çağdaş'ı sol bek oynatan Tigana'ya kızdım. Kürşat'lı, Koray'lı Youla'lı Rıza Çalımbay dönemindeki Beşiktaşı izlemek zaten ayrı bir işkence olmuştu benim için. Fink, Zapo, Tabatalı Denizli derken gele gele Schuster dönemine geldik. Bu adamı sevmeye başlamıştım. Tabata, Fink, Zapo, Yusuf, Uğur İnceman gibi  döküntüleri bir kalemde sildiği için. Simao, Fernandes Almeida'lı devre arası şovunu görünce tamam dedim artık bu iş bitti. Rahatça koltuğuma oturup zevkle Beşiktaş maçlarını izleyebileceğim. Ama öyle olmadı. 2-1 kazandığımız Trabzon maçı dahil sahaya sürülen 11ler beni çileden çıkarmaya başlamıştı. Ve A.Gücü maçı sinir bardağımı taşıran son damla oldu. Artık maçlarda yanımda oturan yaşlı amcalara Schuster'in yanlışlarını, Nobre'nin yetersizliklerini anlatmanın sinirimi azaltmaya yetmediğini fark ettim ve blog yazmaya karar verdim. Son İbrahim Üzülmez olayı da işin tuzu biberi oldu. Ve blog yazarlığı kariyerim böylece başlamış oldu. Hayat hikayemden Pazar günkü A.Gücü maçı analizine geçebilirim artık.
      Beşiktaş sahaya Hakan-Ekrem,Toraman,Sivok,İbrahim-Fernandes,Aurelio,Hilbert,Simao,Nobre-Almeida 11i ile çıktı. Bu 11i görür görmez bizim duran topta Nobre'nin karambolünden başka gol atamayacağımız düşüncesi oluştu bende. Bana göre 11de İbrahim yerine İsmail, Nobre yerine Necip, Almeida yerine Bobo olmalıydı. Simao topu ayağına aldığı zaman sol çizgiye baktı ama geriden gelen bir sol bek göremedi. Halbuki İsmail oynadığında 90. dakikada bile olsa gözü kapalı topu bayrağın bulunduğu köşeye atabilirdi. Çünkü İsmail hep orada olacaktı. İbrahim'in bırakın bindirme yapmayı kalesini savunacak gücü bile yoktu. Bu da tabi Simao'yu verimli bir şekilde kullanabilmemizi engelledi. Nobre'nin ayağında sanki tahta varmış gibiydi ayağına gelen her topu sektirdi. Bu da pozisyonların olgunlaşmasını engelledi. Orada öne doğru topla dripling yapabilen ve ayağı düzgün bir Necip olsaydı çok daha efektif hücum organizasyonları yapılabilirdi. Yine Almeida yerine Bobo olmalıydı çünkü Bobo takım arkadaşlarıyla pas alışverişlerine girebilen bir bilek yapısına , arkaya atılacak toplarda doğru yerlere koşu yapabilecek bir önseziye ve gol ihtimali yüksek bir son vuruş becerisine sahipti. Maç başlayıp iğrenç ötesi futbolumuzu görünce de hıncımı İbrahim'den çıkarırcasına  saydım kendisine.

     Ve bugün akşam saatlerinde şok haberi aldım. Üzülmez'in sözleşmesi feshedildi. Ne yalan söyleyeyim çok sevindim. Çünkü Schuster'in suçu olmasına rağmen iyi gelişme kaydeden İsmail'in önünü kesiyordu. Ayrıca teknik anlamdaki yetersizliğini kapatmasını sağlayan fiziki gücü de artık kalmamıştı. Ama sonra düşündüm de 11 yılını verdiği bir kulüpten kovulurcasına Şubat ayında gönderililmesi çok acı verdi içime. Keşke İbrahim Toraman'la o olayı yaşamayıp sezon sonunda  bizim gözümüzde Ronaldinho'dan daha kıymetli olarak Delinho gibi jübilesini yapsaydı. Yetenekleri belki yeterli değildi ama o bizim Deli İbo'muzdu. Ona çok daha güzel bir final yakışırdı.
 Yolun açık olsun büyük kaptan. Sen hala bizim için en büyük Beşiktaşlılardan birisin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder